Thursday, October 16, 2008

SAVAŞ VE KADIN (Oyun)

“Savaşta kadın namusu düşman için yeni bir cephe olur.”
“Biliyorsun Bosna’da herkes aynı dili konuşur.”


No Man’s Land filmini hatırlıyor musunuz? Yugoslavya iç savaşını anlatıyordu. Savaşın ortasında aynı cephede kalmak zorunda kalan bir Sırp ve Boşnak askerin hikayesi görünürde. Aynı dili konuşuyorlardı, şaşırmıştık. Ötesinde aynı ırktan geliyorlardı; Slav’dı hepsi buna da şaşırmıştık. ‘ethnic cleansing’ in anlamını öğrenmeye çalışıyorduk lügatlerden de aynı etnik kökenden gelenler de birbirini ‘temizliyordu’ dünyadan. Şaşıra şaşıra bir hal olmuştuk. Öğrendiğimiz kelimeler de olmuştu tabi ‘ethnic cleansing’ kadar anlaşılması zor olmayan: basitçe kendi etnik kökeninden hareketle diğerini yargılamak anlamındaki ‘ethnocentrism’ gibi. Anladığımız bir şey varsa filmin sonunda UN damgalı bombaları farkettiğimizde bombanın üzerinde yatar vaziyette bırakılmak zorunda kalan asker kadar şaşkındık. ‘ölmeye yatmak’ da başka bir deyim olmuştu öğrendiğimiz, kurtarıcının senin için evvel bir zamandan her nasılsa bırakıverdiği bir bomba üzerinde kalakalandan daha şaşkın kim olabilirdi?

İşte burada kalmıştı Bosna ve Yugoslavya iç savaşı… ta ki Savaş ve Kadın’ı izleyene iliklerine kadar öğrendiğin bütün kelimelerin anlamlarını tekrar sorgulayana kadar: savaş, namus, anne, eş, aile, adalet, Tanrı ve kadın!

“…neden yaşamaya devam ettiğimi soracaksın. Yaşamaya devam ediyorum çünkü Tanrı’nın var olduğunu farkettim. Önceden inanmazdım ama farkettim ki O var ve bütün vahşetin de nedeni O. Ondan o kadar nefret ediyorum ki işte bu yüzden ölmüyorum!”

Bosnalı bir kadın, hayat akıp giderken bir savaş olmuş. Savaş hüküm vermiş kadın varmış. Kadın varmış ve savaş bütün açlığıyla tüketmiş ruhu dahil kadını. Bununla da kalmamış içine babası ‘savaş’ olan bir tohum bırakmış. Ne acı bir şaka!

“Vatanı olmamış uluslar acaba tatmine ermemiş ruhlar mı oluyor?” diye soruyor oyundaki Amerikalı psikolog. Freudian yaklaşımlarla anlamaya çalışıyor savaşı. Mantığı yok ki! Elli yıl öncesine kadar dost olan, komşu olan insanların delirmiş gibi birbirini öldürmeye başlamasının, tecavüze uğrayan kadınların çoğunun tecavüzcüsünün adını verebiliyor olmasının mantığı yok ki! Araya ezelden aç olan kan içen tacirler girmemişse…

“…özellikle yazın: tecavüz edenlerin Sırp mı, Boşnak mı, Hırvat mı olduğunu bilmiyorum!”

Farklı gruptan insanlarla evlenenlere kendi grubundan insanların, cezasını bulması için, düşman tarafların ise düşmanına cephede yüzyüze karşılaşmaktan daha fazla zarar verebileceği bir yöntem olduğu için… tecavüz… Mantığı yok ki!

Demek ki etnisite dediğimiz şey; her daim drakulaların pis oyunlarına alet bir şekilde nesillerin üstüne yapıştırılmaya ve insanları bu yollu birbirine düşürmeye müsait bir şeymiş. Demek ki; Yugoslavya halkları.. Aslında kanlarını emmeye çalışan bu aç ruhlara kurban olarak sunmuşlar birbirlerini, şeytanı tiksindiren ritüellerle hem de…

İşte böylesine bir oyun. Özellikle Mustafalar, Aliler, Ahmetler, Hüseyinler için… Ayşeler? Yürekleri bir hemcinslerinin Tanrıyla yaka paça olacak kadar acıya batmışlığına tanık olmaya dayanabileceklerse izlesinler…
mart, 2006

No comments: